Sürdürülemeyen Sürdürülebilirlik

Zh Ah Blog Sürdürülebilirlik 970 548

Bir süredir sürdürülebilirlik alanındaki etkinliklerin kendini tekrar ettiği, aynı konuşmacıların benzer konuları tekrara düşerek aktardığı, katılımcıların sadece dinleyici olarak kaldıkları ve meselenin ortak çözümüne katkı veremedikleri bir dönemden geçtiğimiz yaygın olarak konuşuluyor.  Bu durum, ortak akılla hareket etme ve çözüm üretme potansiyelini ne yazık ki zayıflatıyor.

Açık Alan Teknolojisi (Open Space Technology), katılımcılığın, ortak aklın ve yaratıcı etkileşimin ön planda olduğu, geleneksel toplantı yapılarının ötesine geçen bir yaklaşımı temsil ediyor. Çoğu birey ve organizasyonun korkulu rüyası olan “belirsizlik”ten beslenen bu yöntem, katılımcıların yalnızca dinleyici olmaktan çıkıp sürece aktif katkı sundukları birlikte düşünme ve üretme ortamlarını mümkün kılarken, hiyerarşilerin ve önceden belirlenmiş gündemlerin sınırlarını esneterek, gerçek katılımın ve özgün fikirlerin önünü açıyor. Sürdürülebilirliğin çok boyutlu ve zorlu doğası, bizlere bu alandaki çözümlerin birlikte düşünerek, birlikte üretilmesi gerektiğini gösteriyor.

S360 olarak biz de bu anlayışla yola çıkarak, bir süredir SPACE360 etkinliklerimiz aracılığıyla ortak katılımı önceleyen diyalog alanları yaratmayı amaçlıyoruz. SPACE360 etkinlik serisinin ikincisini “Sürdürülemeyen Sürdürülebilirlik” temasıyla gerçekleştirdik. Etkinliklerin ardından hazırladığımız raporlarda, katılımcıların gündeme taşıdığı sorular ve tartışma konuları derleyerek ortak düşünce havuzunu kayıt altına alıyoruz.  

Bu etkinliğe dair hazırladığımız  raporda öne çıkan başlıklar ise; sürdürülebilirlik alanındaki temel ikilemler, sistem dönüşümünü mümkün kılacak öncelikler ve bu dönüşümün hayata geçmesi için gerekli yaklaşım ve uygulama araçları oldu.

1. Sürdürülebilirliğin Tanımı ve Uygulama Çelişkileri

SPACE360 katılımcılarının dile getirdiği ortak eleştirilerden biri, sürdürülebilirlik kavramının giderek daha fazla kurumun stratejik söylemlerinde yer bulmasına rağmen, bu söylemlerin çoğu zaman somut uygulamalara yeterince yansımaması. Katılımcılar, “sürdürülebilirlik” kelimesinin giderek daha genel, esnek ve bağlamından kopuk biçimde kullanılmasından; hatta kimi örneklerde yalnızca bir “pazarlama aracı” olarak işlev görmesinden duydukları rahatsızlığı dile getiriyor.

Bu durumun, kavramın içinin boşalmasına ve anlamının zayıflamasına neden olduğu vurgulanıyor. Ayrıca pek çok sürdürülebilirlik uygulamasının, sistemi kökten dönüştürmek yerine mevcut yapının üzerini örten bir tür “yeşil yama”ya dönüştüğü ifade ediliyor.

2. Sistemsel Dönüşüm ve İş Birliği

Açık alan etkinliklerinde sıkça dile getirilen sorulardan biri şu oldu: “Aynı hedefi paylaştığımız halde neden birlikte hareket edemiyoruz?”

Katılımcılar bu başlık altında, sistemsel dönüşümün neden bir türlü gerçekleşemediğini ve bireyler ile kurumlar arasında neden kalıcı ve etkili iş birliklerinin kurulamadığını tartıştılar. Öne çıkan engeller arasında güvensizlik, çıkar çatışmaları, zaman ve kaynak yetersizliği gibi yapısal sorunların yanı sıra, sürdürülebilirlik çalışmalarının çoğunlukla silo yaklaşımı içinde yürütülmesi yer aldı.

Bu durumun, sürdürülebilirliğe dair girişimlerin bir araya gelememesi ve sistemin bütüncül olarak dönüşememesiyle sonuçlandığı vurgulandı. Katılımcılar, gerçek bir dönüşümün ancak çok aktörlü iş birlikleri, ortak dil ve hedefler etrafında inşa edilecek kolektif bir çabayla mümkün olabileceği ifade edildi.

3. Yeni Ölçütler ve Yaklaşımlar

SPACE360 etkinliğimizde öne çıkan tartışmalardan biri de sürdürülebilirliğin nasıl ölçüldüğüydü. Karbon ayak izi, su tüketimi ve atık azaltımı gibi yaygın metriklerin mevcut durumu tespit etmede faydalı olduğu kabul edilmekle birlikte, bu göstergelerin çoğunlukla sonuç odaklı kaldığı ve neden-sonuç ilişkisini tam olarak ortaya koyamadığı belirtildi.

Katılımcılar, bu göstergelerin sistemsel nedenleri yeterince analiz edememesi nedeniyle sürdürülebilirlik performansını dönüştürücü bir çerçevede değerlendirmekte yetersiz kaldığına dikkat çekti. Bu bağlamda daha kapsayıcı, önleyici ve adalet temelli ölçüm sistemlerine ihtiyaç olduğu vurgulandı.

Yeni nesil göstergeler olarak aşağıdaki alanlar öne çıktı:

- Sosyal adalet ve eşitsizliklerin azaltılması,

- Yerel topluluklar üzerindeki etkiler,

- Sistemsel dönüşüm kapasitesi ve etki gücü.

Bu yaklaşımla, yalnızca çevresel çıktılara değil, bu çıktıları şekillendiren toplumsal, yapısal ve yönetişimsel faktörlere odaklanan daha bütüncül ölçüm modellerinin geliştirilmesi gerektiği dile getirildi.

4. Toplumsal Katılım ve Etki

Raporda öne çıkan bir diğer görüş, sürdürülebilirlik çabalarının yalnızca uzmanların, kamu otoritelerinin veya kurumsal aktörlerin sorumluluğuna bırakılmaması gerektiği yönünde oldu. Katılımcılar tarafından toplumsal katılımın güçlendirilmesinin, özellikle gençler, yerel topluluklar ve sivil toplumun sürece aktif şekilde dahil edilmesinin, hem kapsayıcılık hem de meşruiyet açısından kritik olduğu vurgulandı.

Birçok sürdürülebilirlik stratejisinin hâlâ büyük ölçüde yukarıdan aşağıya bir yaklaşımla kurgulandığı, bu nedenle toplumsal aidiyet ve sahiplenmenin yeterince sağlanamadığı ifade edildi. Katılımcılara göre, gerçek ve kalıcı etki, ancak bireylerin sürecin aktif bir parçası haline gelmesi ve yerel bilgi ile deneyimin stratejilere entegre edilmesiyle mümkün olacak.

Sonuç: Kısıtlar İçinde Evrilen Bir Gelecek

Düzenlediğimiz SPACE360 etkinliğinin“sürdürülemeyen sürdürülebilirlik” tespiti, sadece mevcut sistemin sınırlarını değil, aynı zamanda kurumsal dünyanın önünde açılan radikal dönüşüm yolunu da işaret ediyor. Ancak bu dönüşüm, hiç de kolay bir zemine oturmuyor. Küresel düzeyde artan sosyal eşitsizlikler, gelişmekte olan pazarlarda değişen tüketici dinamikleri ve azalan  satın alma gücü, makroekonomik baskılar ve hızla derinleşen çevresel krizler… Bugünün iş dünyası, tüm dünyada tarihsel ölçekte benzersiz bir belirsizlik ve kaynak kıtlığı ortamında yön bulmaya çalışıyor.

Böyle bir ekosistemde dönüşüm varoluşsal bir gereklilik haline geliyor. Kurumlar artık çevresel sınırların, sosyal çöküntülerin ve ekonomik kırılganlıkların iç içe geçtiği bu dönemde, iş yapma biçimlerini kökten gözden geçirmek zorunda.

Kaynak sorunlarına rağmen sosyal sermayeye yatırım yapan, yerel ağları harekete geçiren ve çok paydaşlı etki odaklı koalisyonlar kurabilen kurumlar, geleceğin ayakta kalan ve değer yaratan aktörleri olacak.

Katılımcı yönetişim, artık karmaşık krizlere kolektif zeka ile çözüm bulmanın zorunlu bir yolu. Açık Alan Teknolojisi’nin öngördüğü gibi, kurumlar; çalışanları, müşterileri, toplulukları ve sivil toplumu sürece dahil eden yeni karar alma modellerine yönelmek zorunda.

Bu dönüşüm; karmaşık toplumsal dinamiklerin ve iklim krizinin gölgesinde inşa edilmek zorunda. Bu da kurumlardan daha cesur bir vizyon, daha stratejik bir adaptasyon kabiliyeti ve daha derin bir sorumluluk anlayışı talep ediyor. Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan piyasaların tüm zorluklarına rağmen, bu dönüşüm ertelenemez. Aksine, tam da bu zorluklar, dönüşüm için gereken ivmeyi sağlıyor.

SPACE360 etkinliğimizden öne çıkan diğer tartışma, öneri ve içgörüleri incelemek için raporun linkini aşağıda bırakıyor, keyifli okumalar diliyorum.

Raporu okumak için tıklayın.

SPACE360’ın diğer etkinlik videoları ve raporlarına da bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.