Sürdürülebilirlik Zirvesi 2022: İkinci Günde Öne Çıkan Başlıklar
HBR Türkiye’nin düzenlediği Sürdürülebilirlik Zirvesi 2022’nin ikinci gününden dikkat çeken konular, yenilikçi çözümler ve uzman içgörüleri…
Harvard Business Review (HBR) Türkiye’nin düzenlediği Sürdürülebilirlik Zirvesi 2022’nin 25 Mayıs’ta gerçekleşen ikinci gününde yine birbirinden değerli konuklar vardı. Zorlu Holding olarak sponsor olduğumuz etki sahnesinde sivil toplum, akademi ve iş dünyasının önde gelen isimlerini ağırladık. Teknoloji iletişimcisi Dr. Sertaç Doğanay’ın liderliğinde gerçekleşen oturumlarda etki yatırımlarının geleceği, yaşlılığa yönelik önyargıların kırılması, gündelik hayatta uygulanabilecek sürdürülebilirlik pratikleri, değişen tüketici beklentileri gibi konular işlendi.
Alanında uzman katılımcıların içgörülerini dinlediğimiz zirvede öne çıkan başlıklar ise şöyle:
Etki yatırımlarının geleceği ne olacak?
Son yıllarda etki yatırımlarında büyük bir ivme kat edildiği görülüyor. Bu artışta kaldıraç etkisi yaratan unsurlardan biri de kuşkusuz teknoloji. Peki, bugün teknoloji ile etki yatırımlarında hangi noktadayız? Etki oluşturmak için daha ne kadar yatırıma ihtiyaç var? Şirketlerin üzerine düşen sorumluluklar neler? HBR Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turan moderatörlüğünde gerçekleşen ilk oturumumuzda tüm bu sorulara yanıt aradık. Konuğumuz ise Türkiye Bilişim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Eczacıbaşı oldu.
Konuşmasında Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın verilerini paylaşan Eczacıbaşı: “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşmak için 2030 yılına kadar 4 trilyon TL’ye yakın yatırım yapmak gerekiyor. Hem dünyada hem de ülkemizde atılması gereken daha pek çok adım var. 3 milyar insan temel el yıkama olanaklarından, 2 milyar insan içme suyundan yoksun. Gıda israfı küresel olarak %30’u geçmiş durumda. Bir tarafta küresel ölçekte büyük bir israf varken diğer tarafta büyük bir açık var.” dedi.
Fakat sevineceğimiz gelişmeler de oluyor. Faruk Eczacıbaşı etki yatırımlarında özellikle son yıllarda büyük bir artış olduğunu şöyle dile getirdi: “2021 yılında bir önceki seneye göre 2 katına yaklaşan bir sıçrama var. 23 milyar dolardan 40 milyar dolara çıkan bir yatırım rakamı görüyoruz. İlgi alanı genişleyip ekosistem buraya kaydıkça yatırımlar daha da artacaktır. Büyük şirketler bu konuya giderek daha çok eğiliyor.”
Etki oluşturma konusunda hem yerleşik şirketlere hem de Start-up dünyasına önemli tavsiyelerde bulunan Eczacıbaşı sözlerini şu ifadelerle tamamladı: “Yerleşik şirketlerin değişimi zor ama imkânsız değil. Genç kuşak yöneticiler geldikçe alt taraftan bu baskıyı görüyorsunuz. Burada önemli olan stratejilerin yeniden tanımlanması ve paydaş ekonomilerin benimsenmesi. Start-up boyutunda ise yaratılan kârla etki yaratmak değil etki yaratan karlı çözümler belirlemek lazım. Bu girişimcinin kurgusu, vizyonu, iş planına bağlı ve günümüz dünyasında yapılması çok da güç değil.”
Yaş algısı nasıl değişmeli?
Bloomberg Businessweek Finans Editörü Sinan Koparan moderatörlüğünde gerçekleşen sıradaki oturumda ise yaşlanmaya dair yaklaşımların konuşulduğu keyifli bir sohbete daldık. Konuklarımız ise Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölüm Başkanı ve 60+ Tazelenme Üniversitesi Kurucusu Prof. Dr. İsmail Tufan ile Agesa Hayat Emeklilik Müşteri Yönetimi ve Kurumsal İletişim Grup Müdürü Fırat Babatonguz oldu.
60+ Tazelenme Üniversitesi Türkiye'de artan yaşlı nüfusuna öğrenme ve eğitim olanakları sunan bir sosyal sorumluluk projesi. 60 ve üzeri yaşlardaki bireylere çeşitli derslerde hem teorik hem de pratik eğitimler verilmesini içeriyor. 2016 yılında Antalya Akdeniz Üniversitesi bünyesinde eğitime başlayan okul, bugün Türkiye’nin farklı noktalarında hizmet veren kampüsleri sayesinde geniş bir öğrenci kitlesine ulaşmış durumda.
Bu projeyle öğrenmeyi yaş faktöründen kurtarmayı amaçlayan Tufan, “İnsan ömür boyu öğrenen bir varlık. Fakat yaşlılar öğrenme ve eğitim alanının dışına itiliyor. Yaşlı etiketi yapıştırılan bireylere eğitim ve öğrenme konusunda yaklaşım olumsuz. Yaşlanma sürecinde insanların beklediği eğitim modelini onlar için uygun hale getirmek gerekiyor.” dedi.
Ülkemizin demografik yapısına dikkat çeken Babatonguz ise, “Türkiye yaşlanmış bir toplum olmasına rağmen toplum yapısı hem kurumlar hem de mantalite anlamında buna hazır değil. Sadece finansal hazırlık yetmez. Yaşlılıkla ilgili farkındalığın oluşması için toplumsal, hukuksal ve sağlıkla ilgili ele alınması gereken noktalar var.” diye ekledi.
Yetenekleri çeşitlemek için eşitlik bir fırsat
Bir sonraki oturumda ARBOR Fayda Tasarım Kurucusu ve Hayata Destek Derneği Yönetim Kurulu üyesi Aylin Gezgüç’ün ‘Müsilaj mı? Yakamoz mu? Sürdürülebilirliği yaşam olarak deneyimlemek’ başlıklı konuşmasını dinledik.
Sürdürülebilir bir yaşamı toplumsal cinsiyet eşitliği ve ekoloji perspektifinden değerlendiren Gezgüç, “Nobel ödülü alan ilk kadın iktisatçı Elinor Ostrom balıkçı köylerinde yaptığı araştırmalarla herkes için adil, ortak ve sürdürülebilir bir geleceğin mümkün olduğunu kanıtladı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermemek böyle bir çalışmanın yapılmasının da önlenmesi demekti. Dolayısıyla aslında hayatın her noktasında fırsatları eşitlemek yeteneklerin de çeşitlenmesini sağlıyor.” dedi.
Herkesin yetkinliklerini ortaya koyabileceği bir sistem geliştirilmesi gerektiğini belirten Gezgüç, “kadınlar hayatları boyunca risk almamak üzerine yetiştiriyorlar. Bir araştırmaya göre yanlışlar doğruyu götürür şeklinde yapılan sınavlarda istatistiksel olarak kadınların daha düşük puanlar aldıkları görülüyor. Çünkü erkekler risk alma kültürü içerisinde bu riski daha rahat alırken kadınların risk almadıkları ortaya çıkıyor. Kadına ve erkeğe yüklenen sıfatların bu çeşitliliği nasıl önlediğine bakarak yeni sistemler tasarlanmalı” diye konuştu.
Konuşmalarında müsilaj krizine de değinen Gezgüç sözlerini şu ifadelerle tamamladı: “Marmara Denizi kendini iyileştirmek için fitoplanktonların yaptığı müsilaj sebebiyle büyük bir boğulma tehlikesi altında. Bu canlılar bizim çok keyif alarak izlediğimiz yakamozları da oluşturuyor. Marmara Denizi ya yakamoz ya müsilaj yapacak ve bu artık bizim seçimimizde. Yaşam pratiklerimiz içinde sürdürülebilirliği bir kavram olarak algılayıp sahaya indirmediğimiz sürece müsilajdan arınmamız mümkün değil.”
Hayatın içinden sürdürülebilirlik pratikleri
Doç. Dr. Dicle Yurdakul’un moderatörlüğünü yaptığı ‘Sürdürülebilirliği anlamak için yaşamı anlamak’ oturumunda insanın doğa ile bağını anlamaya çalıştık. Konuklarımız ise Beslenme Uzmanı ve Sürdürülebilir 0Yaşam Aktivisti Dilara Koçak, Permakültür Tasarımcısı ve Eğitmeni Yonca Tokbaş ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Yenal’dı.
Karşı karşıya olduğumuz birçok sorunu tarihsel bir bakış açısıyla yorumlayan Yenal, “Aydınlanma diye bildiğimiz 18. yüzyılda doğanın araçsallaştırıldığı bir döneme giriliyor. İnsanın kendini evrenin ortasına yerleştirmesi ve doğanın kurallarını öğrenerek doğanın efendisi olabileceklerine dair bir inancın ortaya çıkması söz konusu. Ayrıca salt ekonomik faydaya dayalı kapitalist sisteme de bu dönemde giriliyor.” dedi.
Beslenmenin sürdürülebilirlik ile ilişkisini açıklayan Dilara koçak ise konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Son 50 yılda dünya nüfusu iki kat artmış ama tarım alanları sadece %12 artmış. Kırmızı et tüketiminin artması sebebiyle hayvanlara yem yetiştirmek için her 7 saniyede bir futbol sahası büyüklüğünde bir orman yok oluyor. Bu şekilde sadece dünyayı değil karaciğerinizi ve böbreğinizi de yoruyorsunuz. İnsana zarar veren doğaya da zarar veriyor, insana faydalı olan doğaya da faydalı.”
Peki, doğa ile kopma noktasına gelmiş bağımızı onarmak için ne yapabiliriz? Bu soruya “kendimizle olan bağımızı tekrardan kurmak” diye yanıt veren Yonca Tokbaş sözlerine şöyle devam etti: “İnsanın kendi doğasıyla barıştıktan sonra doğa ile bütünleşmesi çok daha mümkün. Burada doğayı gözlemleyip örnek almak gerekiyor. Çünkü doğadaki canlılar büyük bir sevgiyle çalışıyor. Bizim de öncelikle neyi sevdiğimizi bulmamız, ihtiyacımız olanı tespit etmemiz ve oradan başlamamız gerekiyor.”
Anlamlı markalar yaratmak
Bir diğer oturumda ise Havas İstanbul CEO’su Cüneyt Devrim marka ve tüketici perspektifinden sürdürülebilirliği değerlendirdi.
İlgiyi satın alamadığımız ama ilgiyi kazanabildiğimiz bir dönemden geçtiğimizin altını çizen Devrim, “Markaların son yıllarda fazlasıyla konuştuğu bir anlam arayışı var. Peki, buraya nasıl geldik? Senelerdir devam eden araştırmalarımız gösteriyor ki markaların tüketici ile olan bağı giderek zayıflıyor bunu kuvvetlendirmek için bir anlam ilişkisi oluşturmak gerekiyor. Tüketiciler artık gerçekten markaların sürdürülebilir bir yaklaşımları olup olmadığını sorguluyor ve markaları eskiye göre daha çok sorumlu tutuyor. Ekolojik ve ekonomik sorunlar konusunda markaların desteğini görmek istiyorlar” dedi.
Anlamlı marka tanımlamasını fonksiyonel, kişisel ve kolektif fayda olarak 3 önemli bölümde açıklayan Devrim, “Fonksiyonel faydada o fonksiyonun kullanıcının hayatına bir anlam katıyor olması lazım ki marka artık olmadığında kullanıcı için bir sorun oluşturabilsin. Bunun için üç önemli kabulün gerçekleşmesi gerekiyor. İlki kavramsal kabul. Bunun bir iletişim stratejisi olmadığını ve iş yapış şeklinin değişmesi gerektiğini markaların kabul etmesi lazım. Bir diğeri iç kabul. Etki yaratmak istiyorsanız ilk dalga kendi çalışanlarınız olmalı. Üçüncüsü ise üst yönetim kabulü. Üst yönetimin desteğini almadan anlamlı marka yaratmak mümkün görünmüyor” dedi.
Markanın değer önermesinin kritik öneme sahip olduğunu ifade eden Devrim “Markaya bir dava bulmak değil davaya marka olmak gerekiyor. Sürdürülebilirlik adına hangi davayı savunup hangi alanda devam edeceğinizi iyi belirlemelisiniz. Eğer anlamlı bir marka haline gelirseniz bu net bir şekilde ticari başarınızı da pozitif yönde etkiler” diye ekledi.
Sürdürülebilirlik virüsünü bulaştırmak
Bilim Virüsü Kurucusu ve Kurumsal İletişimciler Derneği Başkanı Şule Yücebıyık moderatörlüğünde gerçekleştirilen oturumda genç iklim elçilerinin fikirlerini dinledik.
Bilim Virüsü çocuklara ve gençlere dijital düşünme alışkanlığı ve yeni nesil yetkinlikler kazandıran bir öğrenme platformu. Gücünü bilgiden alan ve daha iyi bir yaşam hedefiyle çalışan bir sosyal girişim. Çocuklar ve gençlerle yaratıcı ve yenilikçi çalışmalar yaparak bilimsel düşünceyi yaygınlaştırmak ve 21. yüzyılın ihtiyacı olan yenilikleri yeni öğrenme modelleriyle desteklemeyi amaçlıyor.
Oturumun ilk konuşmacısı Biyokimyager ve AB Türkiye Geç Olmadan İklim Elçisi Derya Polat Bardak, “sürdürülebilirliğin bilimin ışığında doğru verilerle ilerleyerek anlaşılması gerektiğini ve romantik bir olgu olarak algılanmasının doğru olmayacağını” dile getirdi.
Gaziantep Üniversitesi Havacılık ve Uzay Mühendisliği Öğrencisi Melik Fırat Işık ise yeni nesil tüketicilerin sosyal sorumluluk, sürdürülebilirlik ve toplumsal cinsiyet gibi konulardaki çalışmalarını şu şekilde değerlendirdi: “Markaların bu tarz projelerini yeterli bulmuyoruz ama müteşekkiriz. Sürdürülebilirlik konusunda bir veya iki çözüm modeli ile ilerleyip tüm sorunlarla ilgilenmemek samimi değil, kapsayıcı olmak gerekiyor.”
Oturumun üçüncü ve son konuşmacısı Abdullah Gül Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Öğrencisi ve AB Türkiye Geç Olmadan İklim Elçisi Ali Nurettin Demir ise kişisel hayatında sürdürülebilirlik anlamında neler yaptığına değinerek, “Kendi yaşam alanımda neler yapabileceğime odaklanıyorum. Çevremi, çalışma arkadaşlarımı ve ailemi sürdürülebilirlik konusunda farkındalığa davet ederek onları bilinçlendirmeye çalışıyorum.” dedi. “Ben ne yapabilirim?” veya “yapsam ne düzelecek?” gibi bir yaklaşımda olunmaması gerektiğini vurgulayan Demir, küçük etkilerin büyük sonuçlar doğurabileceğini ifade etti.
İkiz güçler: Dijitalleşme ve sürdürülebilirlik
‘Etki yaratmak için sürdürülebilirlik’ başlıklı diğer bir oturumda Digitopia Sürdürülebilirlik Direktörü Nilüfer Aktaş görüşlerini bizlerle paylaştı.
Sürdürülebilirliğin başlangıcı olan bir devrim sürecinde olduğumuzu belirten Aktaş, “Sistem değişikliği uzun yıllar sürecek bir yolculuk. Dijitalleşme ve sürdürülebilirlik ise bu dönüşümün süper güçleri. Dijitalleşme veri toplanması, işlenmesi, saklanması, anlamlandırılması, kanıta dayalı karar alma gibi sistematiklerle sürdürülebilirliğe hizmet ediyor. Toplanan verilerle mevcut durumu ve gidişatı anlamlandırarak demokratikleşmeyi sağlıyor. Sürdürülebilirlik de bu kaynakların verimli ve iyi kullanımını sağlıyor. Onları bugünün ve geleceğin ikiz güç kaynakları olarak benimsediğimizde daha etkin ve kapsayıcı büyüme stratejileri oluşturabiliriz.” dedi.
Aktaş, “Sürdürülebilirlik sadece mevcut konumunu ve pazar payını korumaktan öte yeni pazarlar sağlama potansiyeli olan da bir alan. Ona bu fırsat odağından yaklaşabilmek için organizasyonların tüm fonksiyonlarını bu doğrultuda hizalanması lazım. Her şirketin yolculuğu farklı olsa da temelinde doğayla hatta kendi türümüz olan insanla ilişkimizi düzeltecek. Her zorlukla birlikte bir kolaylık var, her tehditle birlikte de bir fırsat var. Bu değişim illa ki olacak. Önemli olan insanlığa hizmet edecek şekilde ilerlemek” dedi.
Ölçülebilir olanı yönetmek
Bir sonraki oturumda Corporate Knights CEO ve Kurucusu Toby Heaps kendi iş modeli, kuruluşu ve yarattığı etkiden bahsetti.
Corporate Knights düşük karbonlu sürdürülebilir bir ekonomiyi hızlandırmayı amaçlayan ve bu kapsamda firmaları puanlayan bir medya ve araştırma şirketi. Şirketlerin gelir ve yatırımlarının ne kadarının sürdürülebilir ekonomi için faydalı faaliyetlere harcandığını analiz ediyor. Kurum, faaliyete geçtiği 2020 yılından beri kendini “temiz kapitalizmin sesi” olarak tanımlıyor.
Somut adımlar için ölçüm yapmanın gerekliliğine değinen Heaps, büyümeye giden yolculuklarını şu şekilde özetledi: “Faaliyetlerimizde Peter Drucker ve “onun ölçülen şeyler yönetilebilir” şeklindeki sözünden ilham aldık. Yıllar içerisinde gördük ki neyin ve kimin önemli olduğuna dair bir ölçüm yaparsanız sürekli bir gelişimi mümkün kılarsınız. Tabi bu da kolay bir süreç değil. İyi bir sistem yaklaşımınız olmalı. Biz de mümkün olduğunca adil, anlamlı, şeffaf olmaya çalıştık. Çünkü bu şekilde insanlar nerede kusurlar olduğunu bulup geri bildirimlerde bulunabilir ve sürekli olarak iyileştirmeyi mümkün kılabilirler.”
Heaps konuşması sırasında iklim çözümü için verilen sözleri de hatırlatarak “Bugün 130 ülke net sıfır taahhüdünde bulunmuş durumda. 130 trilyon dolarlık finansal kurum desteği karşımıza çıkıyor ve bu da piyasa değerine göre dünyadaki en büyük şirketlerin %38’ine karşılık geliyor. Bu ülkeler 2030’a kadar emisyonlarını %50 azaltacaklar ise 8 yılları var ve her yıl emisyonlarını %6’nın biraz üzerinde azaltmaları gerekiyor.” dedi.
'Sosyal inovasyon teknolojik inovasyon kadar önemli'
Zirvenin son oturumunda University College London Profesörü Sir Geoff Mulgan ile "Kolektif akıl dünyamızı nasıl değiştirebilir?" sorusuna cevap aradık.
Mulgan, “Mühendislik ve donanım tek başına yeterli değil. Devletler ve işletmeler enerji verimliliği sağlayan teknolojiler geliştiriyor ama çoğu zaman sosyal boyutu göz ardı ediyor. Sıfır karbon ekonomisine giden yolda sosyal ve teknoloji bileşenlerini bir arada düşünmemiz lazım” dedi.
Toplumumuzun hayal etme sürecini yeniden şekillendirmemiz gerektiğini belirten Mulgan, “Bundan 150 yıl önce birçok kişi dünyanın nasıl gelişeceğini ve sorunların nasıl çözülebileceğini tahmin ediyorlardı. Çeşitli sebeplerden ötürü bu hayal gücü kapasitemizi kaybettik. İyi eğitimli insanlar bile bundan 30 40 yıl sonra dünyanın nasıl bir yer olacağını canlandırmakta zorlanıyor. Daha ziyade bir karamsarlık, sorunların çözülemeyeceğine dair bir his güçleniyor. Sıfır karbon ekonomisinin nasıl görüneceğini ayrıntılı olarak ortaya koymak için hayal gücümüzü yeniden canlandırmalı ve bunu sistematik bir şekilde ele almalıyız.” diye konuştu.
Zirvenin ilk gününden öne çıkan detaylar için buraya tıklayabilirsiniz.
Sürdürülebilirlik Zirvesi 2021’de neler konuşulduğunu görmek için tıklayabilirsiniz.